Orhan Pamuk’un bir süredir yaşadığı Venedik üzerine dördüncü denemesi Venedik Bienali ağırlıklı. Pamuk, Türkiye’de sadece SABAH için yazdı.
Çarşamba sabahları, Venedik’te La Foscari Üniversitesi’nde derse giriyorum. Bunun için, sabah erkenden kalkıp Grand Canal’ın öbür yakasına geçmem gerek. Ta aşağıya Accademia Köprüsü’ne yürümek istemediğim için, işlerine giden birkaç Venedikli’yle birlikte gondola binip karşı yakaya geçiyoruz.
Gondolda, bir yandan derste anlatacağım şeyleri, elimdeki kâğıtlardan son bir kere daha gözden geçirirken, bir yandan da serin harika Venedik sabahının güzelliğini bir kere daha görmek için arada bir başımı kaldırıyorum.
Yeni başlayan gün, karşımdaki manzaranın güzelliği, gondolun hafifçe sallanışı bende önümde sınırsız bir zaman olduğu, daha yüzlerce, binlerce yıl yaşayacağım duygusunu uyandırıyor. Mavi gökte geceden kalma birkaç yıldızı gördüğümü zannediyorum.
Aynı geniş ve sınırsız zaman duygusunu, Dolfin Sarayı’nda ders verirken de hissediyorum. Sarayın dershaneye çevrilmiş duvarlarındaki koskocaman aynalar yüzünden belki… (Aynaların yerinde eskiden büyük Tiepelo resimleri varmış.) Roman sanatı hakkında anlattıklarım, 100’e yakın öğrenci ve meraklının iyi niyetli bakışları, her şey aynalarda yankılanarak sanki zaman dışı bir yere gidiyor.
Hırsla konuşa konuşa sanki o yere ben de yetişmeye çalışıyorum, kendimi iyice yorana kadar romanlar hakkında konuşuyorum. Dersten sonra gene aynı acele duygusuyla, bu sefer köprüden ve sokakları doldurmuş turist kalabalığının arasından geçerek eve dönüyorum.
Bugün Bienal’e, sergilere gitmek istiyorum çünkü… Bienal Venedik’te, tıpkı yıl sonunda, lisede sahneye konan oyunu bekler gibi kendimizi hazırladığımız bir şey.
Bizim palazzonun ilk katları, arka kısımları da aylar önceden Bienal için hazırlanmaya başladı. Üç ayrı ülkeye sergi evi işi görecek daireler temizlendi, boyandı.
Açılış partilerinin verileceği yan bahçenin hoş kokulu güllerini bahçıvanlar özenle sulayıp baktı. Yangına karşı yeni belediye tedbirlerinin de “Bienal yüzünden,” yapıldığını, palazzomuzun hafifçe gülümseyen sahiplerinden öğrendim. Bir sabah bakkaldan, elimde meyve ve zeytinli ekmek paketleri, dönerken, İran pavyonunun önünde sandıkların açıldığını, kara renkli heykellerin paketlerinden çıkarıldığını ve çok dikkatli bir gözlemcinin – Bir gazeteci?- bu ayrıntıları özenle ve mutlulukla kamerasıyla kaydettiğini gördüm.
BİENALİ GEZMEK
Daha sonra komşular, dostlar, üniversitedeki diğer hocalar açılış gecesi hangi davetlere gideceğimizi sordu. Aynı hafta sonu bir akşamüstü vaporetto ile Grand Canal’dan St. Marco’ya doğru inerken, yeni açılan müzelerin avlularında, palazzoların balkonlarında, benim gibilere ‘masallardan çıkma’ gibi gözüken şık giyimli ‘zengin, sanatsever’ kalabalıklar gördüm.
Cumartesi gecesi geç vakitte, Accademia Köprüsü’nden, Peggy Guggenheim Müzesi’nde verilen davetten ayrılanlar için gelmiş, sıra sıra motorların kuyruğunu; yorgun davetlilerin kanalların ışıltılı sularından Venedik’e dağılışını seyretmek, karşı yakadan Great Gatsby’nin verdiği davetlerin ışıklarını seyretmek gibiydi.
Bütün bu davetler, şıklık, zenginlik, hayatımın İstanbul’da geçen 50 yılında saflıkla gözden kaçırdığım bir şeyi bana hatırlatmak için yapılıyordu sanki: Batı sanatını harekete geçiren temel güçlerden biri de zenginlerin ve iktidar sahiplerinin ne kadar zengin ve iktidarlı olduklarını gösterme endişesi…
Ama dersten çıkıp Giardini’deki milli pavyonlara, Bienal’e çağırılmış sanatçıların işlerine doğru koşarken, oyuna koşan bir çocuğun heyecanı vardı içimde.
‘Çağdaş Sanat’ bütün ahlaki ve siyasi eğilimlerine rağmen, her zaman oyundan yana olduğu için belki. Belki de parkın içinde çocuklar için eğlence yeri gibi duran ulusal pavyonların modası geçmiş ‘tarihî’ havalarından… Ben de bir müze yapıyorum (Masumiyet Müzesi) ve modern ve çağdaş sanatın bu en eski ve itibarlı merkezinde acaba işime yarayacak, tekniğinden yararlanabileceğim bir şeyler görür müyüm diye de düşünüyorum.
Kore pavyonunda gördüğüm-yaşadığım daha doğru kelime- Haegue Yang’ın kokulu yerleştirmesi (installation) mesela. Müzelerin yalnız görsel duyumlara (sensation) değil, bütün algı merkezlerimize açık olması gerektiğini belki de resim sanatına önem vermeyen bir İslam ülkesinden olduğum için yeniden düşünüyorum.
Pek çok pavyonda sanatçıların ses yerleştirmelerine de bu yüzden dikkat ediyorum. Sergi gezerlerin çoğu koku salan özel aletlere (scent emitters) tıpkı benim yaptığım gibi, başta burunlarını değil gözlerini dayıyorlar ve hiçbir şey göremeyince sinirlenip birbirlerine bakıyorlar.
Venedik Bienali’nde ‘çağdaş sanat’tan zevk alabilmek için, her yerleştirmeden önce, sanatçının niyeti ve ne yaptığı konusunda okumak gerektiğini de kesinlikle anladım.
Çoğu zaman iyice uzun olan bu metinler, bazan kötü romanlarda olduğu gibi, okurlara ya da sergi gezerlere yalnız sanatçının niyetini, eserin bağlamını açıklamakla kalmıyor; eser karşısında hissetmemiz gereken şeyi de bize öğütlüyor.
Ya bu metinleri okumaya vaktim yetişmediği ya da benden beklenen duygusal tepkiyi veremediğim için, ben de Venedik Bienali’ni gezen pek çok kişi gibi bazen kafamın karıştığını, bazen sanat eserini anlayamadığımı hissediyor, bir eksiklik duygusu yaşıyordum.
Rus sanatçı Pavel Pepperstein’ın resimleri belki de yazıyla resmi rahatlıkla ve oyunculukla birleştirdiği için hoşuma gitti. Bana William Blake’i hatırlatan bu resimlere uzun uzun baktım.. Hollanda pavyonunda video sanatçısı Fiona Tan’ın işlerini seyrederken, onun benim müzem için bir şey yapmasını hayal ettim.
Bienali gezmek, benim için, ancak kendi hayal ve tasarılarımla ilişki kurabildikçe heyecanlandırıcı oluyor. İçine girmek istediğim bu âlemin dışında kaldıkça sinirlenip öfkeleniyorum. Grazia Toderi’nin Orbite Rosse adlı videosunu seyrederken bir sınırsızlık duygusuna kapıldım.
Tıpkı sabah aynalarla kaplı saray odasında roman sanatından bahsederken hissettiğim gibi. Bu duygu uzaydan, güvenli bir noktadan dünyanın geleceğine bakmaya da benziyordu.
Arsenal’deki eski halat fabrikasının karanlık odaları bomboştu, bu duyguyla ve yorgunlukla bir köşeye uzandım ve metafizik düşüncelerle çocuk gibi biraz uyudum.
Error, group does not exist! Check your syntax! (ID: 34)
Error, group does not exist! Check your syntax! (ID: 16)