Önünüzde ufuk çizgisi, arkanızda bin metreyi geçen yükseklikteki dağlar ve yoğun çam kokusu eşliğinde Karpathos Adası’nda hayal gibi bir tatil geçirmek mümkün.
Yoga eğitmeni ve gezi kitapları yazarı Bora Ercan, Rodos ile Girit arasındaki Karpathos’a yaptığı macera dolu yolculuğu kaleme aldı.
Yolculuğun bendeki anlamı her şeyden önce keşiftir. İçimdeki merak duygusu beni kitaplardan atlaslara sürükler.
Uzak diyarlar, öte dünyalar, dağ köyleri, uzayan nehirler boyunca kayık evler, çöl ışığının yansımasıyla bakan kısık gözler, bir yasemin kokusu, çiçek açmış sardunyalar düşlerimi tetiklemem, yollara düşmem için yeterlidir. Yunanlarla ve diğer ülkelerden gezginlerle, yaklaşık 40 kişi Girit’ten sabahın buğusuyla ayrıldık.
Rodos ile Girit arasında yer alan Karpathos Adası’nı, gemimiz yolcu ve yük indirip bindirmek için limana yanaştığında uzaktan da olsa görmüştüm böylece.
Dikkatimi ilk çeken, limandaki geleneksel giysiler içindeki kadınlar olmuştu. Yaşlı bir kadının gemiden inen torununu içtenlikle kucaklaması beni de sarıp sarmalamıştı.
İNCE UZUN BİR ADA
Odysseus Adaları adlı kitabımda anlattığım onlarca ada arasına sadece yukarıdakine benzer bir anekdotla girmişti Karpathos. Bu adaya gelmeyi o zaman kafama koymuştum. Bu sefer Rodos’tan gemiyle Karpathos’a geldim. Limandaki birkaç dakikalık boşluk, limana yakın bir yer olan Amoopi’ye gelmemle kendini rüzgârlara bırakarak dağıldı gitti.
‘Rüzgârların adası’ olarak bilinen Karpathos, 50 kilometre uzunluğunda, 10 kilometre genişliğinde ince uzun bir ada. Türkiye ve Yunanistan ana karasından çok uzak. Ada küçük olduğu için, sanayi de yok. Sonuçta tertemiz bir hava ve deniz, adanın her yanını kaplamış. O günden bu yana hep söylüyorum: Ömrümde bu kadar güzel bir denizde yüzmedim.
Karşımda ufuk çizgisi, arkamda yer yer bin metreyi geçen yükseklikteki dağlar, yoğun çam kokusu, doğanın ritmiyle kalbimin ritminin birbiriyle uyuşması çocukluktan kalan güzel bir anı gibi. Ada, yaşam koşullarının zorluğu nedeniyle yıllar içinde özellikle ABD’ye göç vermiş.
Nüfusu kışın 5 bin civarında. Bu sayı yaz turizminin hareketlenmesiyle artıyor elbette. Yaşam koşullarının zorluğu sadece Yunanistan’ın 2. Dünya Savaşı’nda İtalyan ve Almanlar tarafından işgal edilmesi değil, hem coğrafi nedenler hem de yıllar yılı korsanların hedef tahtası olmasından kaynaklanıyor. Bu nedenlerle İkarya Adası’nı andırır Karpathos.
İkarya’nın bir sürgün adası olduğu düşünüldüğünde belki onun kadar kötü değildir durum. İşte bu nedenlerle olsa gerek Osmanlı, adayla hiç ilgilenmemiş. Sadece vergi memurunu göndermiş, o da ne kadar vergi toplayabilirse… Adanın Türkçe kaynaklardaki adı: Kerpe. Adada kıyıda yerleşim, merkez konumundaki Pigadia dışında yok.
Son yıllarda turizm amaçlı kıyılardaki yapılaşma artsa da asıl yerleşimler denize hâkim olan yüksek yamaçlarda. Menetes, Arkasa, Mesochori, Spoa and Olympus gibi tipik Akdeniz köyleri panaromik bir görüntüye sahip. Apela ve Ahata ise adanın en güzel plajları. Ahata’da bir tane restoran var, fakat Apela’da hiçbir şey yok. Hiçbir şey olmamasının getirdiği bir güzellik…
Dokunulmamışlık, bozulmamışlık ne kadar da özlediğimiz bir şey bizim topraklarımızda. İnsan kendi özgürlüğü ve kendi tutsaklığını yaratıyor. Ekimde son kez denize girdiğim yerden mayısta yeniden denize girdim. Kış uykusunda uyanır gibi…
Ne deniz ne de hava sıcaklığı değişmiş. Ne sessizlik ne de renklerin canlılığı… Her şey bıraktığım gibi. Karpathos, rüzgârıyla yağmuruyla hep kendini yenilemiş. Küçük uçak Akdeniz’de yükselirken yüksek dağlara dokunacakmış gibi uzatıyor ellerimi ve vedalaşıyorum Karpathos’la.
Bora Ercan