Şehirlerde göz kamaştıran bir mimari… Sürprizlerle dolu meydanlar… 1940’lı, 50’li yıllardan kalma arabalar… Her yerde huzur ve rahatlık… Tabii ki Che Guevara’nın anıt mezarı, puro ve tropik kokteyller… Küba ziyaretçilerine o kadar çok şey vâdediyor ki…
Ayda Dündar Yazdı ; Küba’nın Renkleri…
Cem Canbay’ın “Doğudan Batıya 30 Günde Küba” fotoğraf gösterisini izledikten sonra Küba’ya onunla gitmek farz oldu. Devrimin, Fidel Castro’nun ve yakışıklı Che’nin Küba’sına yolculuğumuz da böylece başladı.
Sıkı sıkı arandığımız Havana Jose Marti Havaalanı’nda Küba’ya giriş için yavaş ilerleyen kuyruğa girerken adanın tropik iklimini soluyoruz hemen. Sıcak ve nem yapışıyor üzerimize.
Hotel Inglaterra eski Havana’nın tam kalbinde. “Zaman içinde yolculuk” bu olsa gerek. Otelin önünde sıralanmış birbirinden renkli 40’lı, 50’li yıllardan kalma Amerikan arabaları ve sarı coco taksiler turistlerin de Havanalıların da emrinde… İki-üç pesoya istediğiniz yere uçuruyorlar.
BusTour’da “gazolin” bitti
Eski Havana’yı tabana kuvvet o sokak senin bu sokak benim dolaşıyoruz, Latin ezgileri eşliğinde. Havana çok güzel bir şehir. Eski şehrin kolonyal mimarisi göz kamaştırıyor. Dar sokakları arasında dolaşırken karşınıza çıkan meydanlar sürprizlerle dolu. Katedral Meydanı’nda tanıştığımız tarot falı bakan ünlü Adelaida beyazlar giymiş, uzun tırnaklarını farklı renk ve desenlere boyamış. Abartılı takılarıyla turistlerin ilgi odağı olmuş. Tüm Kübalılar gibi
güler yüzlü ve samimi.
Plaza de Armas ve ünlü Amerikalı yazar Ernest Hemingway’in kaldığı otel Ambos Mumbos, Hemingway’in takıldığı ünlü barlar derken akşamı ediyoruz. Hemingway “Yaşlı Adam ve Deniz” kitabını burada yazmış. Adım attığı her yer çok popüler.
Tüm şehri tanıtan üstü açık turist otobüsü BusTour’a atlıyoruz arkadaşım Semra ile. Tıngır mıngır giderken ağaçlıklı Miramar bölgesinde köprünün üstünde birden duran otobüsün “gazolin”i yani benzini bitiyor. “Olsun, arkadan gelen otobüse bineriz” diyoruz. Daha ilk günden Havana’nın ritmine bırakmışız kendimizi; bir rahatlık, bir rahatlık… Ama son sefermiş. Hava da kararmaya başlayınca taksiyle otele dönüyoruz.
Dev kamera ve Devrim Müzesi
Pırıl pırıl parlayan masmavi 1950 model Cadillac kapımızın önünde bizi bekliyor. Küba’da sanki biraz sosyetik takılıyoruz. Önce devrimci şair Jose Marti Anıtı ve Müzesi’nin bulunduğu Devrim Meydanı’na gidiyoruz. İçişleri Bakanlığı binasındaki devasa Che Guevara ve Fidel Castro portrelerini görüyoruz.
Vedado semtinde yürüyüşün ardından etkileyici üniversite binasına giriyoruz. Üniversitenin girişinde güzel bir heykel kucaklıyor öğrencileri.
Ardından Otel National’de okyanusa nazır çimenlerin üzerinde daiquiri’lerimizi yudumlarken sağanak bastırıyor. 15 dakika sonra ortalık günlük güneşlik. Yürüyerek dolaştığımız Havana bize daha başka geliyor.
Dev bir kamerayla Havana’yı 360 derece gözetlemek için eski Havana’da, Plaza Vieja’nın köşesindeki Camara Oscura’ya çıkıyoruz. Sonra ekibimiz ayrılıyor. Cem sokak aralarında fotoğraf çekmek için kayboluyor. Semra ile ben Devrim Müzesi’ne gidiyoruz. Che’nin balmumu heykelini, Castro’nun kullandığı tankı ve devrimle ilgili birçok belgeyi görüyoruz. Tekrar sokaklardayız. Küba’da el sanatları çok gelişmiş. Abanoz ağacından yapılmış heykeller, renkli arabaların illüstrasyonları ve Che portreleri… Küçük dükkanlardan alınacak daha pek çok şey var. Puroları söylememe gerek bile yok herhalde.
Havana başkent olmasına rağmen çok sakin; ne trafik ne insan kalabalığı… Geniş caddeler sadece okul çıkışları ve akşam saatleri biraz hareketleniyor. Öğrenciler beyaz gömlekleri, taba rengi etek ve pantolonlarıyla çok şık ve temizler.
Şimdi hep iyi yerlerde dolaştığımızı düşüneceksiniz ama arka sokaklara da girdik. Evlerin bakımsızlığı hemen göze çarpıyor. Devrimden sonra devlet tarafından yerleştirilen insanlar fazla para kazanamadıkları için binalar yıkık dökük. Zamana direniyorlar.
Küba’da evsiz pek yok. Evlerin görüntüsü değişse de gıcır gıcır bal rengi Pontiac araba dikkatimizi çekiyor. Bizim ilgilendiğimizi görünce, içeriden şoförü çıkıyor ve gururla bize motorunu gösterip müzik sistemini sonuna kadar açıyor. Kübalı erkeklerin en değerli şeyi arabaları.
Çin Mahallesi’ni de gördükten sonra doğru Güzel Sanatlar Müzesi’ne. National De Bellas Artes iki ayrı müze. Arte Universal ve Arte Cubano mutlaka gezilmeli. O kadar çok eser var ki uzun bir süre dışarıya çıkamıyoruz. Müzede her ziyaretçiye neredeyse iki güvenlik görevlisi düşüyor. Sıkıysa fotoğraf çek. Oldukça da soğuk, donarak geziyoruz ama değiyor. Bu arada sürrealist ressam Salvador Dali’in eşsiz taş baskı ve gravür sergisi bize bonus oluyor.
Vinales’in tek katlı şeker gibi evleri
Vinales, Havana’dan 3.5 saatlik mesafede. Yollar bomboş, göz alabildiğine yeşillik ve yol boyunca palmiyeler, şeker kamışı tarlaları insanın ruhunu dinlendiriyor. Etrafta hiç çöp ve Reklam tabelası görmüyorsunuz. Görüntü kirliği diye bir şey yok. Vadinin manzarası büyüleyici. Cem, çiftçi arkadaşı Lazaro Miranda’nın çiftlik evine götürüyor bizi. Tütün ekimi ve puro yapımı hakkında bilgi alıyoruz. Geçtiğimiz yıl fotoğraf çekimi için gittiğinde tanışmış. Tütün kurutma evleri kendi oturdukları evlerden daha büyük. Tütün yaprakları çoktan fabrikaya verilmiş. Yeni hasat önümüzdeki şubat ayındaymış.
Tek katlı Vinales evlerinin hepsi ayrı ve canlı bir renkte. Pembe, mavi, sarı, fıstık yeşili… Her evin önünde olmazsa olmaz sallanan iki sandalye var.
Ernest Hemingway’in izinde…
* Hemingway ağzının tadını biliyormuş doğrusu. Eski Havana’da bulunan Floridita’da Hemingway’in daiquiri’sinin yanında kızarmış muz veriyorlar, hem de sıcak Latin ezgileri eşliğinde. Canlı müzik her yerde var zaten. Hatta “şurada bir soluklanayım” diyorsunuz, anında yanınızda küçük bir müzik grubu beliriyor. 7-24 Latin müziği ve caz var ülkede.
Müziğin sesinin kısılmadığı, dansın son bulmadığı, neşenin ve hareketin pek kaybolmadığı Küba’da Cem Canbay ile Hemingway’in izini sürdük.
Bob Marley hayranı bir bistaksici Havana sokaklarında müşteri beklerken sonuna kadar açtığı radyosundan müzik yayını yapıyor.
Tarota meraklıysanız Katedral Meydanı’ndaki Adelaida’yı bulun.
Ne yedik, ne içtik?
* Küba mutfağı pek zengin değil, her şey gibi yiyecek çeşidi de az. Ama siyah fasulyeli pilavları bizim içli pilav gibi. Vieja Meydanı yakınındaki La Imprenta’da servis hızlı, yemekler süper. Küba’da ananas, Mango, muz ve daha birçok tropik meyve çok ucuz.
Müzedeki sanat eserleri şemsiyelerin üzerinde
Cienfiegos’da sabah işine giden Kübalı bir kadın. Birbirinden renkli şemsiyelerin üzerindeki resimler Güzel Sanatlar Müzesi’ndeki eserlerden detay alınarak yapılmış. Müzeyi gezdiğimizde fark ettik.
Kübalı öğrencilerin pırıl pırıl formaları her şehirde ayrı bir renk. Havana’da taba rengi etek ve pantolonun üstüne beyaz gömlek giyiliyor. Küçük çocuklara kurşunkalem ve boya kalemi verdiğinizde çok seviniyorlar. Boya takımı verdiğim minik, sevinçten “mamiii” diye çığlık attı. Giderken yanınızda bol bol kalem ve defter götürebilirsiniz.
Slogan: “Panik yok, rom var”
Küba’nın sahil kabası Trinidad’a 20 dakika uzaklıktaki tatil köyüne varır varmaz bembeyaz kumsalına yayılıyoruz. Karayip Denizi önümüzde.
Vakit geçirmeden suya atlıyorum. Atlamamla dışarıya çıkmam bir oluyor. Denize giren onca insanın arasından beni bulan göremediğim bir balık jilet gibi çizik atıp yok oluyor saniyede. Karnımdaki 30 santimlik çiziğin izi aradan bir hafta geçmesine rağmen halen duruyor. Neydi acaba? Bilemedik. Bu sizi korkutmasın. Slogan “Panik yok rom var”. Ertesi gece ayışığında çarşaf gibi denizin gümüş rengine dayanamayıp gece de girdik denize. Burada insanlar pek yüzmüyor, su çok sıcak, ellerinde romları denizde öylece durup sohbet ediyorlar.
Trinidad tarihi merkezi ve müzeleri, renkli evleri, Arnavut kaldırımı sokakları, ressam atölyeleri, beyaz iş örtüleri ve hediyelik eşyaların satıldığı pazarıyla çok sevimli bir yer. Hava o kadar sıcak ki…
La Canchanchara’da ballı soğuk romla serinlemek iyi geliyor.
Trinidad gibi UNESCO tarafından dünya mirası listesine alınan Cienfuegos’tayız. İspanyol, Fransız ve Arap mimarisinden oluşan kremalı pasta gibi evleri, marinası, tekneleri ile adanın lüks semtindeyiz. Kordon boyunca balık tutanların ve ünlü şarkıcı müzisyen Benny More’un bronz heykelinin yanından yürüyerek Jose Marti Parkı’na gidiyoruz. Meydanda Tomas Terry Tiyatrosu iki pesoya geziliyor.
Che’nin mozolesi
Küba’ya veda etmeden son durağımız Santa Clara’daki Ernesto Che Guevara’nın anıt mezarı. Che’nin hayatı, devrimdeki rolü, fotoğrafları ve kullandığı eşyaları, Zenith 3M fotoğraf makinesi, son güne kadar yazdığı günlüğü Museo Historico de la Revolucion’da. Görünce tüyleri ürperiyor insanın.
Ayrı bir bölümde Che gibi Bolivya’da hayatını yitiren
38 arkadaşının portreleri rölyef olarak canlıymış gibi yapılmış. Her gün tazelenen kırmızı karanfiller konmuş yanlarına. Bolivya’da sığındıkları mağaranın benzerini yapmak için içerideki bitkileri bile Bolivya’dan getirilmiş. İçeriyi Fidel Castro’nun 1987’de
Che’nin ölümünün 20’nci yılında yakmış olduğu, hiç sönmeyen ateşi aydınlatıyor. Küba’yı aydınlattığı gibi.
Küba Vizesi, kolay alınan ve zahmetli olmaması ile birlikte Küba tatiliniz için zaman kaybettirmeyecektir. Küba da geçireceğiniz zaman süresince seyahat sigortası ve Küba vizesi için gerekli evraklar ihtiyaç duyulmaktadır. Ama diğer ülkelere nazaran Küba Vizesi almak çok zorlu bir prosedür gerektirmemektedir.