Vatan gazetesinin eğlenceli yazılarıyla tanınan yazarı Selahattin Duman, Çanakkale’yi anlattı.
İşte Vatan’da yer alan yazı;
Çimen çıktı dizime gel izime izime
Boş çuvalı dik tutma işinde çalışıyoruz ya! Haliyle biraz yoruluyoruz.. Hasımlarımın iddiasına göre “Tatil yapar gibi çalışmaktan” yorulmuşum.. Bu yüzden kendime tatil verdim.. Çanakkale nam diyarı gözüme kestirip, buralarda dolaşmaya başladım,. Baharda kendimi yollara vurmamın bir sebebi de bu..
Evlat, yeğen tayfasının ev içinde uyguladığı terörden bir kaçtım, bu kadar olur..
Soluğu Çanakkale’de aldım..
Bu satırları leb-i derya Akol Otel’in birinci katındaki boğaza nazır odamda yazıyorum..
Keyfim dört köşe.. Geceyi Dardanos’ta, 18 Mart Üniversitesi’nin tesislerinde güzel bir yemekle tamamlamıştım..
Üniversitenin rektörü Profesör Dr. Ali Akdemir sağ olsun, bizi otelden kaptı.. “Aman.. Yaman..” dinlemeden doğruca tesislere götürdü..
Çanakkale şehir merkezine sekiz, dokuz kilometre uzaklıkta üç yüz altmış dönümlük bir alana kurulu tesisler beş yıldızlı otelleri kıskandıracak konumda..
***
Padişahların, müsrif şehzadelerine tahsis ettiğinden daha yeşil bir korunun içinde..
Devasa ağaçların arasına gizlenmiş sosyal dinlenme tesisinin bir gözü yeşile, bir gözü boğazın maviliğine bakıyor..
Nuh nebiden kalma eski barakaların bir kısmını yıkıp bu tesisleri kendi imkânları ile yapmışlar.. Tabii belediye ve valilik de el atmış..
Altı dubleks villa ile yirmi iki oda var.. Oda dedimse kimi beş yıldızlı otellerin jünior süitlerinden büyük ve konforlu..
Ben bunların sadece üniversitenin hocalarına ve akademisyen misafirlerine hizmet versin diye yapıldığını düşünüyordum..
Öğrenciler de sebepleniyormuş..
(PH. D) AÇILIMI..
Öğrencisine beş yıldızlı otel servisi veren bir üniversite.. İnsana inandırıcı gibi gelmiyor ama doğru..
Rektör Ali Bey anlattı..
Geçenlerde Biga’dan bir öğrencisi aramış.. “Hocam..” demiş.. “Bir gece kalacağım, yatacak yerim yok.. Tesislerinizde benim için bir rezervasyon yaptırır mısınız?”
Lafı mı olur paşam, baş üstüne.. Dekanlardan birini de gönderelim, valizin neyim varsa odaya taşısın..
Bizim insanımız bu.. Saf mı kurnaz mı söktüremezsin.. İşin akla aykırı gelse de güzel tarafı öğrencisinin hocasını son çare olarak görüp, samimiyetle yardım istemesi..
Oğlan tesislerde konaklamayı hak etmiş..
Bir sene önce de gelmiştim buraya.. Üniversiteyi tepeden tırnağa gezdim..
Sevgili arkadaşım Profesör Dr. Sevinç Özer bu üniversitede Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölüm Başkanı.. O yüzden gezmemek, kaytarmak gibi bir şansım yoktu..
Ama pişman da olmadım.. Çok farklı şeyler gözlemiştim burada..
Bir yıl içinde bir sürü yeni şey katılmış üniversiteye.. Bir sürü proje de hayata geçirilmek üzere bekliyor.. Bu gelişme temposu ile Çanakkale 18 Mart Üniversitesi yukarılara tırmanıyor..
Bu arada.. Sevinç hocam kendine yeni bir kartvizit bastırmış, çok hoşuma gitti..
Kartvizitin orta yerinde Prof. Sevinç Özer yazıyor.. İsmin bittiği yerde de parantez içinde (Ph. D) ibaresi var..
Cahil bir şahıs olduğumdan bu (Ph. D) rumuzunun ne işe yaradığını önce algılayamadım..
Sonra “Kan grubunuzu yazmayı iyi akıl etmişsiniz..” türünden bir şeyler zırvaladım..
Meğer (Philosophiae Doctor) sözcüklerinin kısaltılmış haliymiş ve kullanıldığında o şahsın doktora yaptığını gösterirmiş..
Bizim akademisyenlerimiz için bu (Dr.) rumuzu çok önemlidir.. Bizde bir profesörden söz ederken adının önüne (Dr.) koymayı unut, adamı psikolojik olarak iptal edersin..
Kolunu kes daha iyi.. Tek kolla çalışmayı kaldırabilirler, isimlerinin (Dr.)’siz yazılmasını kaldıramazlar..
Bu yüzden tarım ilacı içip, kendini intihar eden kaç profesör biliyorum.. (Yalanım batsın!)
***
Bizim Sevinç’in profesör unvanı ile birlikte kullandığı bu (Ph. D) icadını bu yüzden çok beğendim..
Akademisyen kişinin havasını bir anda değiştiriyor.. Temsil felsefe bölümünde hocasın..
Adının sonunda bu (Ph. D)’yi gören seni Aristoteles’in askerlik arkadaşısın ama tayin sırasında kurada Türkiye’yi çekmişsin gibi algılar..
O yüzden İstanbul ve Ankara başta olmak üzere bütün saygıdeğer akademisyenlerimize artık (Dr.) kısaltmasını bırakıp (Ph. D) düzenine geçmelerini tavsiye ederim..
KALE-İ SULTANİ
Üniversitenin on sekiz bin kadar öğrencisi var ki şehrin sosyal hayatına damgasını vuran bunlar..
Kordon adını verdikleri sahilde onlarca kafe, lokanta var.. Hepsi de tıkır tıkır işliyor.. Şehrin arka mahallelerini de cırtım cırtım dolaştım..
Aynalı Çarşı’ya giden yolu kapatıp yaya bölgesi yapmışlar.. Dört yüz küsur metrelik bir yol ki sağlı sollu dükkân..
Onun da üzerinde bir sürü yeme içme noktası var.. Üstelik fiyatlar bir İstanbul vatandaşının aklının almayacağı kadar makûl..
Kız arkadaşımla birlikte el kadar bir dükkâna girdik.. Söylemesi ayıptır on adet çiğ börek yedik..
Arkadaşım brüt kırk beş kilo yani el kadar bir şey.. Lakin kızda bir iştah var bu kadar olur.. Çanakkale’nin yarısını yedi, doymadı..
On çiğ börekten başka beş tane de mercimek köfte götürdü.. Üç de çay içti..
Biz çayı bardakta içiyoruz.. O TRT’nin meşhur necefli maşrapası gibi kocaman kupada..
O kupayı hamamda tas niyetine kullan içine aldığı suyla başına iki sabun atarsın..
Bizim kızı kesmedi bile.. Bir maşrapa da yeşil çay istedi..
Hesap? Utana sıkıla dokuz lira istediler..
***
Geceleri otele dönmeden önce Kordon’da yürümeyi âdet edinmiştim..
Kordon dediğim sahil, bir ucundan öbür ucundaki Çimenlik Kalesi’ne kadar bin yüz metre.. İki kez gidip geldin mi dört küsur kilometre yapıyor..
Yol cıvıl cıvıl.. Kızlı erkekli gençlerle dolu.. Tek başına, kız kıza dolaşanlar da çok.. Rahatsız eden de yok..
Gel de bir İstanbul sakini olarak bu hallere şaşırma.. Tuhaf bir yer bu Osmanlı’nın Kale-i Sultani’si.. Yani Çanakkalemiz..
Hallerimi anlatmaya devam edeceğim….