Assos’ta ‘Aristios Ailesi’nin 21 bireyinin 2300 yıllık mezarı bulundu. Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı Behramkale köyündeki Assos Antik Kenti’ndeki kazılarda, “Aristios ailesi”nden 21 bireye ait 2 bin 300 yıllık mezar gün yüzüne çıkarıldı.
Antik Çağ’ın en önemli liman kentlerinden biri olan Çanakkale’nin Ayvacık ilçesindeki Assos Antik Kenti’ndeki kazılarda, içinde 21 bireye ait iskelet ve yakılmış cenaze kalıntılarının yer aldığı 2 bin 300 yıllık aile mezarı ortaya çıkarıldı.
Assos’ta ‘Aristios Ailesi’nin 21 bireyinin 2300 yıllık mezarı bulundu
Aristoteles’in felsefe okulu kurduğu Assos, Roma dönemi antik tiyatrosu, agora, nekropol ve surlarıyla her sene yüz binlerce ziyaretçinin uğrak noktası. Bölgede devam eden kazılarda ise arkeoloji dünyasını aydınlatacak bulgular ortaya çıkarılıyor.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü ve Assos Antik Kenti Kazı Heyeti Başkanı Prof. Dr. Nurettin Arslan, 2018 yılı kazı döneminin Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izni ve maddi desteği, İÇDAŞ ana sponsorluğunda sürdüğünü açıkladı.
Nurettin Arslan, kazıların bu seneki bölümünde Antik Kent içinde yapılan bir sondaj çalışmasında 2 bin 300 yıllık aile mezarına rastlandığını anlattı.
“Gelenekler hakkında bize önemli bilgiler verdi”
Bu yıl kentin farklı noktalarındaki kazı çalışmaları ve onarımlara devam ettiklerini belirten Prof. Dr. Nurettin Arslan, “Bu yıl çevre düzenlemesi kapsamında yapılması gereken karşılama merkezi için sondaj çalışmaları yaptık. Bu kazılar sırasında Batı Nekropolisi denilen bölgede bir aile mezarlığı ortaya çıkardık.
Mezarın kapağında ailenin o dönem soy isim şeklinde anılan ismi olan Aristios yazılıydı. İncelediğimizde Aristios ailesine ait verilere ulaştığımız bu aile mezarlığının etrafı duvarlarla çevriliydi ve içinde 21 birey tespit ettik. Bu alandaki ölü gömme adetleri, Helenistik Çağ’daki Assos’ta nasıl bir gelenek olduğu hakkında bize önemli bilgiler verdi.” diye konuştu.
Aile bireylerinin birinin normal, diğerlerinin ise yakılarak gömüldüğünü belirten Nurettin Arslan, “Yakma işlemi sonrasında geriye kalan kemikler toplanarak taştan yapılmış küp biçimli urneler veya değişik toprak vazoların içine doldurulmuştur. Kemiklerin yanına bazı mezarlar hediyelerin bırakılmasının ardında üzerileri bir kumaş ile örtülmüştür.
Taş urnelerin içine yabancı maddelerin girmesini önlemek için kapaklar kireç ile yapıştırılmıştır. Her mezara göz yaşı şişesi olarak bilinen unguentariumlar ve birer sikke bırakılmıştır. Sikkeler arasında Büyük İskender ve Ephesos kentine ait sikkeler dikkati çekmektedir.” ifadelerini kullandı.
Buradan Helenistik Çağ’da ölülerin ağırlıklı olarak yakıldığı bilgisine ulaştıklarını dile getiren Nurettin Arslan, “Ama bunun yanında çok nadir olarak eski sistemle iskelet gömme devam ediyor. Çalıştığımız bu alandaki 21 mezardan sadece birinin yakılmadan gömüldüğünü gördük. Diğerleri ise taştan yapılmış urne ya da değişik kaplardan özellikle testilerden yapılmış kaplar içinde yakılma sonrası kalan kemiklerin konulduğunu görüyoruz.” şeklinde ifade kullandı.
“Her mezarda gözyaşı şişesi ve sikke”
Mezarlarda ilgilerini çeken bir başka noktanın ise hemen hemen her mezara gözyaşı şişelerinden birer tane bırakılması oluğuna işaret eden Prof. Dr. Nurettin Arslan, “Bu, aynı zamanda bazı yazarlarında bildirdiği gibi cenaze sırasında ölen kişilerinin yakınlarının ağlamaları sırasında akıttığı gözyaşlarını biriktirip yakınlarının mezarlarına koymaları olayını gösteriyor.” dedi.
Prof. Dr. Nurettin Arslan konuşmasına şöyle nokta koydu: “Aile mezarlığına belli zamanlarda yapılan ziyaretlerde getirilen hediyelerin bırakıldığı sunu yerinin kuzey duvarı önünde olduğu belirlenmiştir. Oldukça iyi korunan adak yerine bırakılmış Helenistik Çağ’a ait çok sayıda vazo bulunmuştur. Söz konusu aile mezarlığı, Assos’ta Helenistik Çağ’daki ölü gömme gelenekleri ve seramik kronoloji ve tipolojisi hakkında çok değerli bilgiler sunmuştur. Diğer antik kentlerde olduğu gibi yeni kazılar bu kentlerle ilgili yeni bilgilerin edinilmesine imkan tanımaktadır.”
Prof. Dr. Nurettin Arslan, aile mezarının aradan geçen yaklaşık 2 bin 300 yıllık sürede zarar görmeden ve bozulmadan kalmasının da çok önemli bir nokta olduğunun altını da çizdi.